Oryantalizm'i Yeniden Düşünmek

Edward Said’in Ölümünün 20. Yılında

ORYANTALİZM’İ YENİDEN DÜŞÜNMEK

(Uluslararası Sempozyum, 1-3 Kasım-2023)

 

Oryantalizm bir düşünce biçimi ve uzmanlık alanı olarak birbiriyle örtüşen birkaç alanı içerir: İlk olarak Avrupa ve Asya arasında değişken tarihsel ve kültürel ilişkiyi; ikinci olarak, XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren çeşitli Doğu kültürlerinin ve geleneklerinin incelenmesinde uzmanlaşılmasına yol açmış olan Batı’daki bilimsel disiplini ve üçüncü olarak da, dünyanın Doğu olarak isimlendirilmiş olan şu anki önemli ve siyasî açıdan dikkatleri üzerinde toplayan bölgesi hakkındaki ideolojik varsayımları, imgeleri ve hayalî resimleri.

Batı’nın Doğu’ya olan ilgisinin tarihi ve Doğu hakkındaki muhayyilesinin oluşum süreci ‘Doğu’ ile ‘Batı’nın varlığı kadar eskiye gitse de akademik bir disiplin olarak oryantalizmin kurumsallaşması —antropoloji, sosyoloji vb. gibi— modern sosyal bilim dallarının ortaya çıkışıyla aynı dönemde gerçekleşti. Önceki yüzyıllarda Avrupa’da yaygın olan İslam ve Doğu hakkındaki imaj, yeni geliştirilen söylemler, yöntemler ve bilimler ışığında daha akademik bir görüntüde üretilmeye ve kullanılmaya başlandı.

18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Avrupa’nın Doğu hakkındaki görüşünü belirleyen olay emperyalizmdir. Bu çerçevede oryantalizmin akademik bir disiplin olarak kurulmasında iki tecrübe önemlidir: 1798’de Napolyon’un Mısır’ı işgal girişimi esnasında kurduğu Institut d’Egypte’in ve İngiltere’nin Hindistan’daki sömürgeci politikalarının bir parçası olarak kurduğu Bengal Asya Cemiyeti’nin (1784) faaliyetleridir.

Bu dönem, peş peşe oryantalist derneklerin kurulduğu ve dergilerin çıkarıldığı bir dönemdir: Société Asiatique (Paris, 1821), Royal Asiatic Society (Londra, 1823), American Oriental Society (ABD, 1842), Morgenländischen Gesellschaft (Almanya, 1845). Her bir dernek aynı zamanda araştırma sonuçlarını paylaştığı birer dergi yayımlamaya başladı. Bu yüzyılda, oryantalist incelemelerde hala filoloji ağır basmaktaydı. Avrupalı devletlerin sömürgecilik faaliyetlerinin yaygınlaşmasına ve kurumlaşmasına paralel olarak dünyanın her bir köşesinden gelen bilgiler sayıca artıyor, türler zenginleşiyor, inceleme yöntemleri gelişiyordu. Oryantalistler arasındaki münasebetler de sıklaşmaya başlamış, bilgi paylaşımları artmıştı.  İlki 1873’te Paris’te toplanan şarkiyatçılar kongresi sıklaşan bu ilişkilerin bir sonucuydu.

İkinci Savaş sonrasında, değişen uluslararası dengelere paralel olarak Avrupa’daki oryantalist çalışmalar bir krize girer. 1947’de İngiliz oryantalizmindeki gelişmeleri ele alıp tartışmak üzere kurulan Scarborough Komisyonu’nun raporu “Avrupa-merkezciliğe” yöneltilmiş gizli eleştirileri formüle ediyor ve ABD ve SSCB, Hollanda, Almanya, Fransa, İtalya gibi Avrupa’nın diğer ülkelerine kıyasla İngiliz oryantalizmindeki geri kalışının altını çiziyordu. 1951’de aynı amaçla oluşturulan Hayter Komisyonu’na göre dünyanın çekim merkezi Avrupa’dan ABD’ye doğru kaymıştı. Zaman filologların değil, tarihçilerin, hukukçuların, ekonomistlerin ve sosyal bilimler alanında faaliyet gösteren diğer uzmanların zamanıydı ve ABD tarafından gerçekleştirilen çalışmalardan gıptayla bahsediliyordu.

İkinci Savaş sonrası koşullarda, ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik ekonomik ve siyasal ilgileri daha net bir biçimde şekillendi. Yeni dönemde, silah ve enerji sektörlerinin finanse ettiği vakıfların ve hükümetin desteğiyle, beşerî bilimlerden sosyal bilimlere, eski çağ araştırmalarından modern araştırmalara kadar hemen her alanda çalışmalar artırıldı. Oryantalizm, artık –ABD’nin dış politika ihtiyaçları doğrultusunda- dar bölgesel temelli ve interdisipliner bir mantık çerçevesinde teşkilatlandı: Doğu Asya incelemeleri, Orta Doğu incelemeleri gibi.

ABD, uluslararası siyasî konjonktürde yaşanan dönüşümlerin doğal bir sonucu olarak, oryantalist çalışmalar alanında Avrupa siyasetinin ve oryantalizminin olumsuz imajından azade kılınmış çalışmalar yapmayı tercih etmiştir. ABD, bu hedef doğrultusunda oryantalist incelemeler alanında yeni araştırma kurumları oluşturmuş, var olan kurumların da daha verimli olarak çalışmaları için finansal desteğini artırmıştır. Fakat tüm bu yeniden yapılanma çabalarına rağmen Amerikan oryantalizmi, 19. yüzyıl Avrupa oryantalizminin Doğu hakkındaki hâkim temel yaklaşım biçimlerini de bünyesinde barındırmaya devam etti. Bu süreklilik; hem ABD’nin de –nihayetinde- Batılı kolektif muhayyilenin bir parçası olması hem de Gibb, Grunebaum, Lewis gibi dönemin önde gelen bazı Avrupalı oryantalistlerinin ABD’de oryantalizmin inşa sürecinde eğitici ve yönlendirici olarak görev almaları suretiyle sağlanmıştır. Bu anlamda Amerikan oryantalizmi “süreklilik ve farklılaşma” özelliklerini birlikte gösterir.

19. yüzyılın sonundan itibaren oryantalistler arasında dillendirilmeye başlayan çalışma alanlarının yöntemlerine ve bakış açılarına yönelik kimi itirazlar 1945 sonrasında daha da arttı ve Batı-dışı dünya entelektüellerinin de katıldığı bu eleştiriler, zamanla oryantalizmin temellerini sorgulayan bir niteliğe büründü. 19. yüzyıl Avrupa oryantalizmi, ideolojik oluşu ve Avrupa-merkezci özü dolayısıyla sert eleştirilere uğradı.

Oryantalist söylemin en ciddi eleştirmeni hiç şüphesiz Edward Said olmuştur. Said, “paradigma kurucu bir eser” olarak değerlendirilen Orientalism’de (1978), Avrupa’nın Doğu ile bağlantılı kültürel, siyasî, iktisadî çıkarlarından kaynaklanan, kökü çok eskilere uzanan bir yazı geleneğini incelemişti. Eser ne oryantalizm konusunu irdeleyen ne de oryantalizme eleştiri yönelten ilk kitaptı. Kendisinden önce de oryantalizm konusunda fikirler yürütmüş ve oryantalist düşünceye -özellikle de metodolojisine- ilişkin belli eleştirilerde bulunmuş şahsiyetlerden söz etmek mümkündür: Muhammed el-Behiy, Malik Bin Nebi, Mustafa Sibai, Meryem Cemile, Mohammed Khalifa, M. M. Ahsan, Enver Abdülmalik, Abdullah Laroui, Yves Lacoste, A. L. Tıbawi, Talal Esad, Bryan S. Turner vd. Ancak hiçbiri Said’in kitabının etkisine ulaşamadılar.

Orientalism’in bu denli ses getirişinde, Holbrook’un isabetle kaydettiği gibi, “Şarkiyatçılık’ın dehası aslında hepimizin bildiği bir şeyi söylemesi, ama buna eğitim kurumunun meşruiyetini katması” önemliydi. Said’in ‘oryantalizm’ sözcüğünü meslekî bir uzmanlıkla sınırlandırmayışı ve sözcüğün genel kültür, edebiyat, ideoloji ve hem toplumsal hem de siyasal tavırlar bağlamında yürürlükte olduğunu göstermeye çalışması eseri önemli kılan bir diğer unsurdur.

Said, Foucault’nun kavramlarının yardımı ile bilginin siyasal niteliğini vurgulamakta ve oryantalist bilginin İngiltere, Fransa ve daha sonra da ABD’nde gelişen oryantalist çalışmalar ile bu ülkelerin Orta Doğu’daki emperyalist çıkarları arasındaki bağlantıyı göstermeye çalışır. Bu geleneği, Said, Avrupa’nın çok daha kapsamlı iktidar ve egemenlik yapılarının harekete geçirdiği “bir kültürel güç uygulaması olarak” değerlendirir. Edward Said’in eseri, sözkonusu özellikleri sebebi ile hem yoğun bir övgüye mazhar oldu, hem de şiddetli bir tepkiye maruz kaldı. Orientalism, yayınlanışından bugüne 40 yılı aşkın bir süre içinde, hakkında yazılmış sayısız tanıtım ve eleştiri yazısına ve üzerine yapılmış pek çok konferansa konu olmuştur. Kimilerince bir “polemik” olarak değerlendirilmiş, kimilerince ise dünyanın çok farklı milletleri için bir tarihsellik bilincini popülerleştirmişti. Kimileri ise Orientalism’de dile getirilen anlayışlar ışığında kendi çalışmalarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı duydular.

Bu çerçevede olmak üzere, bu tür konuya dair çalışmalarıyla öne çıkmış uluslararası akademisyenler ile Türkiye'den konunun uzmanlarını bir araya getirerek, yeni bir dünyanın eşiğinde Oryantalizmi, aşağıda genel çerçevesi çizilen sorunlar bağlamında yeniden ve yeni bir gözle masaya yatırmaya çalışacaktır.

a) Oryantalist bilginin evrensel geçerlilik iddiasının sorgulanması.

b) Oryantalist bilginin nesnellik, bilimsellik ve evrensel geçerlilik iddiası.

c) Akademik bir disiplin olarak oryantalizmin bağlamı: Sanayileşme, Modernlik, sömürgecilik  

d) Bilimsel/nesnel bilgi olarak oryantalist bilgi vs ideolojik/siyaset-bağımlı/temelli bilgi olarak oryantalist bilgi; Oryantalist bilginin ‘avrupa-merkezci’, ‘batı-merkezci’ karakterinin sonuçları.

e) Edward Said’in Şarkiyatçılık’da sergilediği oryantalizmi ele alış biçiminin kritiği, 

f) Edward Said’in oryantalizm eleştirilerinin sınırları/yeterlikleri-yetersizlikleri,

g) Şarkiyatçılık sonrasında oryantalist çalışmaların durumu,

h) Oryantalizm eleştirilerinin muhteva, kapsam ve çeşitlilik bakımından değerlendirilmesi

 

ı) Oryantalist bilgi karşısında ‘Doğulu’ toplumlar: Doğulu toplumlarda oryantalist tanımlamaların dışında milli/yerel tarihyazımı tecrübeleri/tartışmaları,

i) Tarih, sosyoloji, filoloji, kültürel çalışmalar, mitoloji, dinler tarihi gibi alanlarda da oryantalizmden bağımsız mahalli bir bilgi üretiminin mümkünlüğü,

j) İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İspanya, İtalya ve Rusya gibi farklı Batılı ülkelerin oryantalist bilgi üretme tecrübeleri, kurumları, çalışmaları…

k) İslam dünyası dışında oryantalist çalışmaların inceleme nesnesi olmuş Hint, Çin, Japon veya Afrika toplumları gibi farklı kültür dünyalarında oryantalist bilgiye yaklaşım nasıl bir görürünüm arz etmektedir? Bu coğrafyalarda oryantalist bilgiye karşı cevaplar, eleştiriler nelerdir? Oryantalizm-karşıtı çalışmalar…

l) Gerek Müslüman Doğu’da ve gerekse daha geniş anlamıyla Doğu dünyasında oryantalist çalışmalara, oryantalist bilgiye yönelik eleştiriler, karşı-cevaplar ve kendilerini oryantalist bilginin dışında temellendirme iddiaları…

m) Said’in eleştirisi sonrası İslam dünyasıyla (tarih, toplum, siyaset, din: dini ilimleri vs.) ilgili yapılan çalışmalar, klasik oryantalist çalışmalardan konu ve yöntem ve dolayısıyla ulaşılan sonuçlar bakımından bir farklılık arz etmekte midir?